PhotobucketTELİF HAKLARI / "Bu Blog İnternet sitesindeki eserlerin, 05.12.1951 tarih ve 5846 sayılı FİKİR VE SANAT ESERLERİ KANUNU uyarınca eserden kaynaklanan mali ve manevi hakları eser sahiplerine aittir, izinsiz kullanılamaz." />>devam


16 Ağustos 2007 Perşembe

*Burhan GÖRKEN'den bir öykü*


PRAYING HANDS
(DUA EDEN ELLER)

MSN çıktı, mertlik bozuldu.
Artık yüz yüze muhabbetlerin yerini MSN muhabbetleri aldı. Biz de; ister istemez; bu muhabbete uyduk.
Benden 15 yaş küçük olan yeğenim ile muhabbet ediyoruz.
Küçük dediysem küçük çocuk ile uğraşıyorum diye hemen bozulmayın. Bahsettiğim zat (farkındasınızdır, artık “çocuk” demiyorum) 32 yaşında...
Bizim yeğen MSN'de bana, çizdiği resimleri anlatıyor.
Hocam" diyerek söze başlıyor..( Amcasıyım ama hocam diye hitap ediyor.)
."Hocam sana çizdiğim resimlerden bir tane göndereyim bak!." diyor.
Birkaç saniye içinde resim -bilgisayarımın ekranında -karşımda bana bakıp duruyor. "UZAY YOLU" tabiri ile söylersek, resimler resmen “ışınlanmış oluyor”.
Tam karşımda bana bakıp duran aslında tek bir el resmi .
"Bir elin nesi var?" diyorum içimden.
Sonra MSN’den şu cümleyi yazıyorum bizim yeğene:
"Bunun yanına bir el daha çizseydin ya... Hiç olmazsa dua eden eller olurdu"
( Burada sanattan anlamadığım da belli oluyor...)
* * *
“ iki el yan yana dua ederdi hiç olmazsa..” biçimindeki önerime, yeğenden cevap ulaşıyor anında:.
"Hocam dua eden eller dedin de bak aklıma ne geldi. Ama biraz bekle geliyorum. Sana gerçek bir hikâye anlatacağım." diyor.
Anlatmıyor . Ne anlatması..? Sadece MSN üzerinden, aşağıdaki yazıyı bölüm bölüm gönderiyor. Üstelik benden de hiç bir tepki göremiyor. Çünkü ben, önüme "ışınlanan" yazıyı sessizce okumakla meşgulüm.
O da arada bir;
"Dinliyor musun Hocam? "diye soruyor..
"Yok yok merak etme, dinlemiyorum".
"Neden dinlemiyorsun yav HOCAM?" diyor, biraz kızgınca.. .
"Sen yazıyorsun ben de okuyorum. Sen yazılan bir yazının dinlenildiğini nerde gördün?" diye karşılık veriyorum.
“Anlaşıldı Hocam, yani dinliyosun.!”
-Eh, siz olsanız ne cevap verirsiniz bizim yeğene?.
“Tamam Hocam tamam, dinliyorum seni.”. karşılığını veriyorum mecburen..
***
Az önce bizimkisi;
."Hocam sana çizdiğim resimlerden bir tane göndereyim bak!." demişti ya...
Bu sözüne dayalı olarak, “Çizdiğim” dediği resimlerden biri ışınlanarak önüme düştü..
Şimdi bakın şu işe...
Albretch Dürer'in “Dua Eden Eller “ (praying hands) adlı tablosunun resmiydi bana gönderilen.
Bu kez karşımda parmak uçları birleşmiş içiçe bakan iki el resmini görüyorum.
Amcaya "Hocam” demesine bozulsam da; laf aramızda, ben de ona "Hocam" diyorum.
"Hocam, ben resimden anlamam ama bu ressam da resmi yanlış çizmiş. İki el çizmiş ama elleri yukarı doğru açık çizseydi daha iyi olurdu. Hiç olmazsa dua eden eller olurdu".
Bu kez MSN'de –karşımda- gülen, kahkaha atan suratlar... Hatta yan yatıp, ayaklarıyla yeri döverek gülen suratlar görüyorum...
Eee dedik ya, “MSN çıktı mertlik bozuldu.” Kendisi karşımda olsa belki bu kadar gülmezdi. Bıyıkaltı gülüp geçerdi. Şimdi MSN'den, yerlerde tepinerek gülen suratlar gönderip duruyor.
"Hocam adam Müslüman değil Hıristiyan Hıristiyan, dikkatini çekerim onlar bu resimdeki gibi dua eder. Resmin adı da zaten Dua Eden Eller".
Bakın şimdi çocuk haklı.!..
Benim her zaman yaptığım bir hata bu.
Hatamın cezasını hep çekiyorum, ama yine de aynı hatayı yapıyorum.
Yani herkesi kendim gibi biliyorum. Hatam bu...
Bu adamı da, yani Albrecth Dürer'i de bir an kendim gibi Müslüman zannettim. Yanılmışım; yeğen haklı, onlar böyle dua ederler.
* * *
Hadi Buyurun Dua eden ellerin "gerçek hikayesini" siz de okuyun.
Bu "Gerçek Hikaye"nin hemen arkasından; bu çocuk , bu zat-ı muhterem acaba neden bana "Hocam" diyor?. Onu izah edeceğim .
Çünkü bu konu, yani "Hocam" konusu çok kafamı kurcaladı.
Ama önce Dua eden ellerin (praying hands) "Gerçek hikayesi"ni dinleyelim.

Albrecht Dürer 1471-1528 yılları arasında yaşamış bir ressam. 18 çocuklu bir ailenin resimle ilgilenen 2 erkek çocuğundan biri. İki kardeşin de resme karşı olağanüstü ilgileri ve yetenekleri var. Her ikisi de sanat okuluna gidip büyük bir ressam olma hayali kuruyorlar. Aile ise bu durum karşısında çaresiz... Madencilik yaparak geçinmeye çalışıyorlar ve karınlarını zor doyurabilmekteler. Bu durum karşısında iki kardeş kendi aralarında kura çekmeye ve kazananın sanat okuluna gitmesine, geride kalanın daha çok çalışıp diğer kardeşi okutması yönünde bir karar alıyorlar. Albert ve Albrecht arasındaki bu kurada kazanıp da okula giden, dönüşte, diğer kardeşi okuması için okula gönderecek ve kendisi de madende çalışacaktır.

Kurayı kazanan Albrecht okula gider ve bütün öğretim görevlilerini kendine hayran bırakarak çok büyük başarılar elde eder. Okulu birincilikle bitirdiğinde yöredeki bütün okullarda ismi bilinmektedir. Eve büyük bir gururla döner. Ailesi Albrecht onuruna güzel bir yemek verir. Kendisini öven konuşmalardan sonra Albrecht söz alır ve kendisine bu başarıları yaşatan kardeşine teşekkür eder. Şimdi sıranın kardeşinde olduğunu ve okumaya göndereceği kardeşi için madende çalışmaktan büyük gurur duyacağını söyler. Kardeşinin yanıtı ise; "İmkansız sevgili kardeşim!" şeklindedir. "Seni okulda okutabilmek için çalıştığım senelerde bütün parmaklarım madende defalarca kırıldı ve değil kalem tutmak, senin şerefine şu şarap kadehini bile zor tutuyorum."

Kardeşinin durumuna hakikaten üzülen Albrecht ise kendisini dünyanın en ünlü ressamları arasına sokan o ellerin, kardeşinin ellerinin resmini çizer.
Burada, bu sayfada gördüğünüz, bütün dünyanın Praying Hands (Dua Eden Eller) olarak bildiği, fakat orijinal ismi Hands (Eller) olan resim Albrecht Dürer´in kardeşinin elleridir.Dua eden ellerin hikayesi bu.
Şimdi gelelim Benim kafamı kurcalayan "Hocam" konusuna :
Dikkat ettim gençler neredeyse her on yılda bir kendi aralarında birbirine bu tür tabirlerle hitap ediyorlar. İşte benim tespit ettiğim hitaplar.
1960'lı yılların sonlarından başlayalım isterseniz...
Bu yıllarda hitap, "ANAM"dı. Yalnız dikkat buyurun; bu hitap kızlara yönelik değidi. Erkekler kendi aralarında birbirine bu şekilde hitap ederdi.
"Nehaber Anam ?""İyi be anam, senden?"
Aradan yıllar geçti "ANAM"ın yerini "MORUK" aldı
"Vay moruk nehaber?"
"İyi be moruk senden nehaber?"
Derken, aradan yineyıllar geçti. Gençlik bilgeleşti, siyasallaştı. Moruğun yerini daha saygın bir hitap aldı: "HOCAM"
"Hocam selam, nasılsın?""İyi be Hocam, oportünistlerle uğraşıp duruyoruz işte!"
Ve derken, az gittik uz gittik, aradan yine yıllar geçti, 80 Darbesi oldu. Gençliğin siyasallığı son buldu. Bilgelik saygınlık kalmadı. Hortumcular, babalar türedi. Hitap da buna uygun olarak değişti: "BABA"
"BABA naber?""İyi be Baba... Senden?"
Aradan yıllar geçti –yılların da başka işi yok hep geçip geçip duruyor-... “BABA”nın yerini, BABALAR karşısında direnen "KANKA"lar aldı.
"Kanka nehaber?""İyi be Kanka. Senden?"
“KANKALI YILLAR”da, bu kez kızlar da sahneye çıktı. Hatta erkeklerden bir adım öne geçtiler.
Okul zamanı, okula yakın bir parkta dikkatimi çekti... Parkta oturan kızlar arkadaşlarına;
"Abi hadi gidelim, zil çalacak, geç kalcağız!.."
"Yok abi daha 10 dakka var."
"Abi sen iyi misin, kafayı mı yedin, zil çalmak üzere..."
* * *
Gelecek yıllarda hitap ne olur bilmiyorum.
........................ - BİTTİ -

MİZAH VE ŞİİR ' dönmek için "TIK"layınız...
http://mizahvesiir.blogspot.com

L@hm@cun

L@hm@cun
* L@hm@cun_mizah öykü - Blog İnternet Sitesi'nde yer alan ürünlerin; *haber, tanıtım v.b. durumlar dışında / 2. şahıslarca –herhangi bir biçimde- yayımlanması _ kullanılması izne bağlıdır ve yasaların öngördüğü haklara sahiptir. ***--> L@hm@cun.*mizah.öykü*....İLETİŞİM ADRESİ--> mizahvesiir@gmail.com