...Kaktüs, bir evin güneş alan balkonunda yaşayan, saksıya
ekilmiş çiçeklerden biriydi. Sadece kendini düşünmeyişi, onu diğerlerinden
ayıran en belirgin özelliğiydi. Sinirli görüntüsünün altında yufka gibi bir
yürek taşıyordu.
Devetabanı, balkonda yaşayan çiçeklerin en kibirlisiydi,
cüssesine güvenir, gölgesinde kalan çiçeklere pek acımazdı. Ara sıra evin içine
alınışından kendini balkondakilerden üstün görürdü.
Yaprağı güzel,
yapraklarının güzelliğinin farkında olmadan yaşar. Gülfidanı ise bir açıp bir
solan güllerine değil, onu koruyan dikenlerine, güvenirdi.
Bir gün, eve gelecek misafir haberi, ev sahiplerini, telaşla
balkona yöneltti. Ev Sahipleri, kaktüsü, devetabanını ve yaprağı güzelini, alıp
evin karanlık kilerine taşıdılar onlar için önemsiz bir ayrıntıydı belki ama
balkondakiler ve gidenler için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Balkondakiler önce şaşırdılar, geçici bir durum diye epey
beklediler ama arkadaşları ortada yoktu. Çok geçmeden anladılar acı gerçeği.
Uzun bir sessizlikten sonra; Sümbül, “İnanamıyorum devetabanını, bile
götürdüler “dedi. Kimseden bir cevap gelmedi, yapacakları bir şey yok gibiydi,
elden ne gelirdi.
Ama ayrılık, bir daha onları göremeyeceklerini düşünmek
hepsini derin bir üzüntüye boğdu.
Ertesi gün, aralarında, gidenlerin arkasından, seyirci
kalmayacaklarını, tek silahları olan görüntülerini bozmaya başlayacaklarını
kararlaştırdılar. Zaten yaşayan bedenlerinde üzüntüden ölen ruhları kalmıştı.
En güzelleri en başta döktü çiçeklerini ve kokularını içlerine hapsettiler.
Kilerde kaktüs başlarına gelenlere çok şaşırmamış içini
hınçla doldurmuştu. Ev sahiplerinin ilk gözden çıkaracağı bitki olduğunun
farkındaydı, yeri kapıya yakındı çünkü. Hepsine dayanırdı, susuzluğa, karanlığa
hatta ölüme ama aşkına, ayrılık acısına nasıl dayanacaktı. Bu acıyla yeni
tanışıyor nasıl baş edilir bilemiyordu. Onun için, umutsuz aşkı, artık imkânsız
aşka, dönüşmüştü.
Devetabanı, kendi kendiyle konuşuyor, homurdanıyor. Bir
türlü kendine bu hakareti yediremiyordu.
Yaprağı güzel, neden orada olduğunu sorgulamıyor sadece
korkuyordu, kaktüsün varlığı ona güç verse de, devetabanının karamsarlığı, onu
korkutmaya yetiyordu. Birden sesli düşünerek ‘ne kadar kalırız ki burada, çok
sürmez herhalde değil mi ?’dedi
Kaktüs geçiştirerek ‘ bilmem ‘diye cevap verdi. Yaprağı
güzel –‘Arkadaşlarımız bizim gitmemize üzülmüşlerdir değil mi ?’ dedi
Kaktüs –‘ Üzülmüşlerdir tabi bizde üzgünüz’ dedi.
Devetabanı birden sinirlendi
- Buraya kapatılan biziz, sen neleri düşünüyorsun öleceğiz
burada bilmem farkında mısın? dedi
Yaprağı güzel –‘ Kötü şeyler düşünmek istemiyorum, lütfen
böyle konuşma ‘diye cevap verdi.
Kaktüs -‘ Arkadaşlar, bırakın şimdi tartışmayı! Tek çaremiz
dayanmak, kendimizi bırakmayalım, buradan sağ çıkmanın tek yolu, o kapının,
tekrar açılacağına inanmaktır. Ev sahipleri bizi unutabilir ama arkadaşlarımız
asla. Onlarda eminim bizim geri dönmemizi bekliyorlardır, eğer dişimizi sıkarsak, umut edersek bedenimiz direnir kurtulma
inancımızı kaybetmeyelim .‘dedi.
Devetabanı içinden ‘Hadi siz dayandınız ben nasıl dayanırım
bu koca cüsseyle, demesi kolay’ diyordu.
Ağzından ‘tamam’ lafı çıktı. Bu konuşma, yaprağı güzelin
moralini düzeltti. Su, aklına daha az gelmeye başladı. Kurtulacaklarına inancı
artmıştı.
Hayal kurmak iyi geliyordu kaktüse, eskiyi, yeniyi
harmanlayıp güzel olan anıları düşünüp, güç buluyordu. En çokta onu,
düşünüyordu, dikenleriyle kendine benzeyen sevdası, Gülfidanını, ufacık tebessümleri
gözünde büyütüyor, kısacık cümlelere uzun anlamlar yüklüyordu.
Kaktüsün yokluğu da, gülfidanının duygularını açığa
çıkarmıştı. İçindeki derin boşluk diğerleriyle kıyaslayınca ona dokunan
dayanılmaz yalnızlık duygusu. Kaktüsün korumacı tavırları, sohbetinin derinliği,
onu diğerlerinden ayıran duruşu, hatta yalnızlığı, bütün bunlar aslında kendine
itiraf edemediği aşkını doğurmuştu. Şimdi aşkı keşfettiğine sevinemiyordu. O,
yoktu; çünkü hapisti, her şeyden mahrumdu…

Devetabanı, iyice küçülmüştü tek bir yaprağı kalmasına
rağmen artık bunu dert etmiyordu. Yaprağı güzel de zor durumdaydı. Güzel
yaprakları sararmış, gücü iyice tükenmişti. Birlikte hayaller kurmak, arkadaşlarından
bahsetmek, ilaç gibi geliyordu onlara. Ta ki bir akşam, Devetabanının ‘artık
gitme vakti ‘diyerek vedalaşmasına kadar. Son cümlesi ‘beni unutmayın’ olmuştu.
Onun üzüntüsünden ağzını bıçak açmayan yaprağı güzel de, daha fazla
dayanamamıştı. Son damla yaş akıttı dostuna belki de son özsuyunu bıraktı, bir
iki gün sonra kaktüsün acısını ikiye katladı.
Balkonda, erken gelmiş sonbaharı andıran yaprak dökümü, çok
geçmeden ev sahiplerinin dikkatini çekti. Ev sahibi:”Onların bakımını
yapıyorum, sularını veriyorum, neden böyle oldular anlamıyorum” diye
misafirliğe gittiği arkadaşıyla konuşurken, ortaya atılan “çiçeklere ayrılık yaramaz,
eğer onları diğer çiçeklerden ayrı yerlere koyduysan, yerlerini değiştirdiysen
bu yüzden de olabilir “ lafı ev sahibini uyandırmıştı. Kilere attığı üç çiçek,
geldi aklına, tam o sırada radyoda, “boş çerçeve” şarkısı çalıyordu. ‘Bırakma
ellerimi, bırakma yalnız beni…” bırakmıştı onları, unutmuştu, terk etmişti.
Nedeni ne kadar anlamsızdı, şimdi. Arkadaşından izin isteyerek, evine koştu.
Yolda yürürken derin bir tasa vardı gözlerinde, görünce
mutlandığı bir balkonu da yoktu artık, nereye bakacaktı şimdi? Gökyüzüne baktı,
onsuz mahrum kaldığını düşündü bir an, sonra kendini bir hücreye koydu,
dayanamadı bu fikrin karanlığına, ya bir gün birileri onu, sevdiklerinden
ayırıp bir yere kapatsaydı. Bütün bu muhasebe, ona, körlüğünün farkına
vardırmaya yetti.
Eve geldiğinde, koşar adımlarla kilere indi, kapıyı usulca araladı
ve gözlerini kocaman açarak onları koyduğu yere baktı. Devetabanından geriye
onu desteklediği değneği kalmıştı, yaprağı güzelinse bütün yaprakları yerdeydi.
Sarsılarak dizlerinin üstüne çöktü, ‘Katilim ben, sizin katiliniz’ diyordu.
Çiçeklerin, yanlarına yaklaştı, topladığı yapraklardan özür
dilerken onu, gördü!
Kaktüs, senede bir açan kırmızı çiçeğini de açmış hala
ayakta, yaşıyordu.
Kaktüs, arkadaşlarına verdiği sözü tutmuştu. İçinde, onları
gözünün önünde kaybedişinin acısı, acının kalınlaştırdığı dikenleri ve
sevdasının rengi, kırmızı çiçeğiyle, çıktı günışığına. Kamaştı gözleri, karşısında
onların gülümseyen hayalleri, aklında ise son sözleri, son gülüşleri, son
gözyaşı vardı. Hepsi artık, ona, emanetti.
-Bitti-
ileti: fidan baştuğ /12 Eylül 2012 _22:54