zuhal deltrul
ALTIN YUMURTLAYAN TAVUK Köy köy dolaşan bir Derviş hep düşünceli ve kendi kendine konuşuyor haldedir.
Onu görenler ona ilişmez ama gözucuyla bakar dururken ona, içten içe de sormadan edemezler; “Bu Derviş ne eyler ?..”diye.
Köy ahalisi öyle hemen bırakmaz peşini.. Fırsatını kollarlar akıllarından geçen soruyu sormak için.
Derviş olanların farkında değildir. Hatta hangi yolları yürüdüğünü ve kaç sefer geçtiğini bile fark etmez.
“İnsan yemek de mi yemez?.” Bu köy ahalisi işte bunu da düşünür.
“Nasıl olur da bu Derviş bir şey yemeden durur?. “ diye de düşünür köylü... Bu bakımdan hayretler içindedir köy ahalisi.
*.*
İyi ki insanlar arasında sohbet var, yoksa kim diyar diyar gezdirir, ulaştırır.
Çevre köyleri bunu duyar duymaz merakla Derviş’in olduğu köye gelip, birer gün kalır, dönerler..
Köyü bir curcunadır alır gider. Bazen öyle kalabalık olur ki, sanırsınız şenlik var. Fakat bunlar olurken Derviş hâlâ düşüncelidir... ve yemek yemeksizin dolaşır durur.
Sorular sorular üstüne, düşünce düşünce üstüne katlana katlana büyür...
Birileri köylerine dönerken dolu dolu hikâyelerle döner ve geceler efsanelerle dolup taşar.
*-*
Bunlardan haberi olmayan Derviş sanki bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış gibi kimseye de yaklaşmaz.
*-*
Köyün bir de delisi var, o bile ne yapacağını şaşırmıştır: “-Acaba akıllı mı olsak?. Baksanıza, yerimizi Derviş efendi almış...” diye için için yakınıyor.
İşin zoru şu ki; köyün en seçkin insanı olan imam bile çözüm bulamamıştır bu durum karşısında: “-İmamlar duadan başka bir şey yapmıyor ama köyün delisi en azından yerini değiştirince olay çözülür.” diyor kendi kendine.
Artık köylüler sinirlenmeye, işi gücü aksatmaya başlamışlar.
Çünkü Dervişin her gelişinde güzel hikâyelerle, nasihatleriyle onları hep şenlendirir, düşündürürdü. Şimdiyse kendini kaybetmiş, üstelik bir şey de söylemiyor.
Özlü sözlü cümlelerle, imalı konuşur olmuşlar ki; Derviş bir şeyler anlasın. Ama yok bu da işe yaramıyor.
Köyün çocukları Derviş´in arkasına takılıyor, onun hareketlerini taklit ediyorlar. Ses soluk da kalmamış, yav bu nasıl iştir.?.
Bu işte bir şey var.
Köy ahalisi yavaş yavaş sakinleşmeye, işlerine dönmeye başlamışlar. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan günler sürüp gidiyor..
Köylüler; bir türlü anlayamadıkları Derviş´in ismini değiştirmiş, adı DELİ DERVİŞ olmuş.. Üstelik yemek yemeyen bu zat, eğer böyle devam ederse yakında ölecek, diye onunla uğraşmayı kesmişler..
*-*
Derviş bir kayanın üstüne oturmuş, boş gözlerle boşluğa bakıp bekliyor ve kıpırdayacak hali kalmamış.
Çocuklardan biri bunu görür görmez, köye seğirtip babasına bilgi verir.
Koşarak gelirler ve kayanın üstünde oturan Derviş’e yaklaşırlar; yaşayıp yaşamadığına bakarlar. Köylülerden biri;
“-Deli Derviş iyi misin, bir şey ister misin.?” diye sorar.
Derviş gözlerini açar ve yavaşça konuşur:
“-Bana bir bardak su getirin.!.” der.
Koşar su getirirler.
Köylüler şaşar kalır.
“-Demek sonunda yola gelmiş. Artık yiyip içmeye başlamış demek ki...”Ve hep birlikte onu yavaşça oturduğu yerden kaldırır, kahvehaneye götürürler. Bir de sıcak bir çorba getirirler.
Anlarlar ki Derviş kendisine gelmiş. Daha da kendine gelmesini beklerler. Tümü de sabırsızdır..
Bütün köy ahalisi kahveye toplanır.
Derviş çorbasını yudumlar yavaş yavaş ve suyunu da içer.
Sonunda şöyle bir bakar etrafına yorgunca... ve yavaşca söze başlar;
“-...Hey aklı yarım, düşüncesi kısa insanlarım. Ben hep yolcuyumdur, bunu iyi bilirsiniz...”Köylüler, baston yutmuşçasına suskundurlar.
Derviş sözüne kısa ara verip durur, çorbasını bitirir ve etrafını saranların gözlerinin içine bakarak devam eder:
“-...Yine bilirsiniz ki ben bunca zamandır bir şeyler düşünürüm. Gidip gelirim, dağ tepe yürürüm; kendimce düşünür, kendi kendime konuşurum. Sizler hayretle izlersiniz beni.. Ben de sizinle ilgili olanların hepsini izledim, dinledim ve zamanını bekledim. Tek biriniz bile akıl edip sormadınız ya da bana yaklaşmaktan korktunuz. Hoş, ben size bir şey demezdim. O kadar zamandır düşünüyorum ve şimdi çözümüne vardım. Neden yemek yemediğime gelirsek... yedim ve içtim, ama gören olmadı. Sadece merak ettiniz, merakınızı gidermek için tutup çevirmediniz, soru sormadınız ki... Efendiler, sadede gelirsek aklıma bir soru takıldı. Onu bulmadan başka bir yere gitmek istemedim. Soruysa; Altın Yumurtlayan Tavuk....”
Biraz soluklanır ve insanlara bakar. Köylülerse şaşkın, sessizce onu dinlerler..
“-Bu soru da nerden çıktı şimdi, hem ne demek bu.?.” diye düşünmeye başlarlar..
Bunu anlamış gibi Derviş sözüne devam eder:
“-...İşte ben de bunu sordum kendime, şimdi onu anlatacağım ama beni iyi dinleyin..Yıllar önceki bir uygarlığın Kralı karısından çocuk ister ama bir türlü çocukları olmaz... Çareler ararlar... Büyücüler de kâr etmez... Kadın çok umutsuzlanır ve ne yapacağını bilmez..
Kral en iyi doktorları getirtir, bu da çare olmaz..
Günün birinde çok uzaklardan bir büyücü gelir. Fakat önceden Kral´ın bir altın yumurtlayan tavuğu olduğunu öğrenir. Onu almak ister. Her şeyi söyler ve der ki;
“Derdinize deva bulur ve karşılığında tavuğu isterim..”
Kral düşünür taşınır; “-Tamam vereceğim, eğer olmazsa bilesin ki kellen gidecek..” der.
Kral, tavuğun onun en değerli serveti olduğunu bilir ama yine de bir çocuk için verecektir.
Büyücü, iki gün kadın üzerinde bir şeyler yapar. Ve ayları beklemeye başlarlar... DÖRT ay geçer... bir bebek kendisini hissettirmeye başlar. Bunun sonucunda büyücü tavuğu alır ve bir süre daha kalmak ister.
Böylece çocuk sahibi olmaya başlayan Kral eğlenceler düzenler ve sevinç içinde her yere haberler ulaştırılır..
*-*
Yıllar yıllar geçer ve Kralın on beş tane kız/erkek karışık çocukları olur. Herkes mesuttur.
Altın yumurtlayan tavuğa gelince... bir süre sonra yumurtlamaktan vazgeçer... çünkü artık altın yerine yumurta çıkarır. Büyücü buna ses çıkarmaz. Böyle olacağını biliyormuş gibi;
“-..ben Krala en değerli şeyi bahşettim ama görüyorum ki bana da bu düşüyor..” der..
DERVİŞ, hikâyesine kaldığı yerden devam eder:
-İşte ey benim insanlarım, bu hikayeyi yıllardır bilirim ve anlatırım. Ama kafama takılan; tavuk mudur altın yumurtlayan yoksa kadın mıdır.?. Kadın daha istese bir sürü can meydana getirir. Ama tavuk ne kadar da çıkarsa, sonunda bitiveriyor. Bana göre kadındır altın yumurtlayan. Gözünüz korkmasın. Şimdi kafam rahat, izin verin de gideyim, yollar beni bekler. Sağolun.!.
Kalkar yavaşça ve arkasına bakmadan yola koyulur.Köylüler bu işe şaşkınca bakakalır ve bir süre yerlerinden kıpırdayamazlar. Anladıkları gibi değil bu hayat , zamansa geçip gidiyor.
Altının çocuk olduğunu mu anlatıyor yani !
Anlayacakları günlerde bir şeyler değişecek demektir.
Dervişi dinledikten sonra; KÖYÜN DELİSİ, eline tenekesini alır ve köy meydanına çıkıp bağırarak;
“-..Ey ahaliii, duyduk duymadık demeyiiin.!.Altın yumurtlayan Tavuk değilmiş, KADINMIŞ....” der.
*-*
Ve böylece yeni bir adım olur, yaşayacakları hayata dair..Bu dünyada deliler gibi olsaydı...
------------- BİTTİ08.o6.2008 Pazar 18:02