PhotobucketTELİF HAKLARI / "Bu Blog İnternet sitesindeki eserlerin, 05.12.1951 tarih ve 5846 sayılı FİKİR VE SANAT ESERLERİ KANUNU uyarınca eserden kaynaklanan mali ve manevi hakları eser sahiplerine aittir, izinsiz kullanılamaz." />>devam


14 Eylül 2012 Cuma

Gülfidan BAŞTUĞ_ *öyküsü* KIRMIZI ÇİÇEKLİ KAKTÜS




...Kaktüs, bir evin güneş alan balkonunda yaşayan, saksıya ekilmiş çiçeklerden biriydi. Sadece kendini düşünmeyişi, onu diğerlerinden ayıran en belirgin özelliğiydi. Sinirli görüntüsünün altında yufka gibi bir yürek taşıyordu. 
Devetabanı, balkonda yaşayan çiçeklerin en kibirlisiydi, cüssesine güvenir, gölgesinde kalan çiçeklere pek acımazdı. Ara sıra evin içine alınışından kendini balkondakilerden üstün görürdü. 
Yaprağı güzel, yapraklarının güzelliğinin farkında olmadan yaşar. Gülfidanı ise bir açıp bir solan güllerine değil, onu koruyan dikenlerine, güvenirdi.
Bir gün, eve gelecek misafir haberi, ev sahiplerini, telaşla balkona yöneltti. Ev Sahipleri, kaktüsü, devetabanını ve yaprağı güzelini, alıp evin karanlık kilerine taşıdılar onlar için önemsiz bir ayrıntıydı belki ama balkondakiler ve gidenler için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Balkondakiler önce şaşırdılar, geçici bir durum diye epey beklediler ama arkadaşları ortada yoktu. Çok geçmeden anladılar acı gerçeği. Uzun bir sessizlikten sonra; Sümbül, “İnanamıyorum devetabanını, bile götürdüler “dedi. Kimseden bir cevap gelmedi, yapacakları bir şey yok gibiydi, elden ne gelirdi.
Ama ayrılık, bir daha onları göremeyeceklerini düşünmek hepsini derin bir üzüntüye boğdu.
Ertesi gün, aralarında, gidenlerin arkasından, seyirci kalmayacaklarını, tek silahları olan görüntülerini bozmaya başlayacaklarını kararlaştırdılar. Zaten yaşayan bedenlerinde üzüntüden ölen ruhları kalmıştı. En güzelleri en başta döktü çiçeklerini ve kokularını içlerine hapsettiler.
Kilerde kaktüs başlarına gelenlere çok şaşırmamış içini hınçla doldurmuştu. Ev sahiplerinin ilk gözden çıkaracağı bitki olduğunun farkındaydı, yeri kapıya yakındı çünkü. Hepsine dayanırdı, susuzluğa, karanlığa hatta ölüme ama aşkına, ayrılık acısına nasıl dayanacaktı. Bu acıyla yeni tanışıyor nasıl baş edilir bilemiyordu. Onun için, umutsuz aşkı, artık imkânsız aşka, dönüşmüştü.
Devetabanı, kendi kendiyle konuşuyor, homurdanıyor. Bir türlü kendine bu hakareti yediremiyordu.
Yaprağı güzel, neden orada olduğunu sorgulamıyor sadece korkuyordu, kaktüsün varlığı ona güç verse de, devetabanının karamsarlığı, onu korkutmaya yetiyordu. Birden sesli düşünerek ‘ne kadar kalırız ki burada, çok sürmez herhalde değil mi ?’dedi
 Kaktüs geçiştirerek ‘ bilmem ‘diye cevap verdi. Yaprağı güzel –‘Arkadaşlarımız bizim gitmemize üzülmüşlerdir değil mi ?’ dedi
Kaktüs –‘ Üzülmüşlerdir tabi bizde üzgünüz’ dedi.
Devetabanı birden sinirlendi
- Buraya kapatılan biziz, sen neleri düşünüyorsun öleceğiz burada bilmem farkında mısın? dedi
Yaprağı güzel –‘ Kötü şeyler düşünmek istemiyorum, lütfen böyle konuşma ‘diye cevap verdi.
Kaktüs -‘ Arkadaşlar, bırakın şimdi tartışmayı! Tek çaremiz dayanmak, kendimizi bırakmayalım, buradan sağ çıkmanın tek yolu, o kapının, tekrar açılacağına inanmaktır. Ev sahipleri bizi unutabilir ama arkadaşlarımız asla. Onlarda eminim bizim geri dönmemizi bekliyorlardır, eğer dişimizi sıkarsak, umut edersek bedenimiz direnir kurtulma inancımızı kaybetmeyelim .‘dedi.
Devetabanı içinden ‘Hadi siz dayandınız ben nasıl dayanırım bu koca cüsseyle, demesi kolay’ diyordu.
Ağzından ‘tamam’ lafı çıktı. Bu konuşma, yaprağı güzelin moralini düzeltti. Su, aklına daha az gelmeye başladı. Kurtulacaklarına inancı artmıştı.
Hayal kurmak iyi geliyordu kaktüse, eskiyi, yeniyi harmanlayıp güzel olan anıları düşünüp, güç buluyordu. En çokta onu, düşünüyordu, dikenleriyle kendine benzeyen sevdası, Gülfidanını, ufacık tebessümleri gözünde büyütüyor, kısacık cümlelere uzun anlamlar yüklüyordu.
Kaktüsün yokluğu da, gülfidanının duygularını açığa çıkarmıştı. İçindeki derin boşluk diğerleriyle kıyaslayınca ona dokunan dayanılmaz yalnızlık duygusu. Kaktüsün korumacı tavırları, sohbetinin derinliği, onu diğerlerinden ayıran duruşu, hatta yalnızlığı, bütün bunlar aslında kendine itiraf edemediği aşkını doğurmuştu. Şimdi aşkı keşfettiğine sevinemiyordu. O, yoktu; çünkü hapisti, her şeyden mahrumdu…
Sümbül, devetabanıyla ettiği kavgaları düşünüyor keşke kalbini kırmasaydım diyordu. Geri döndüğünde onun gönlünü nasıl alacağını bile düşündü. Menekşe ise yaprağı güzelin dayanıksızlığına üzülüyor, onun için dua ediyordu.
Devetabanı, iyice küçülmüştü tek bir yaprağı kalmasına rağmen artık bunu dert etmiyordu. Yaprağı güzel de zor durumdaydı. Güzel yaprakları sararmış, gücü iyice tükenmişti. Birlikte hayaller kurmak, arkadaşlarından bahsetmek, ilaç gibi geliyordu onlara. Ta ki bir akşam, Devetabanının ‘artık gitme vakti ‘diyerek vedalaşmasına kadar. Son cümlesi ‘beni unutmayın’ olmuştu. Onun üzüntüsünden ağzını bıçak açmayan yaprağı güzel de, daha fazla dayanamamıştı. Son damla yaş akıttı dostuna belki de son özsuyunu bıraktı, bir iki gün sonra kaktüsün acısını ikiye katladı.
Balkonda, erken gelmiş sonbaharı andıran yaprak dökümü, çok geçmeden ev sahiplerinin dikkatini çekti. Ev sahibi:”Onların bakımını yapıyorum, sularını veriyorum, neden böyle oldular anlamıyorum” diye misafirliğe gittiği arkadaşıyla konuşurken, ortaya atılan “çiçeklere ayrılık yaramaz, eğer onları diğer çiçeklerden ayrı yerlere koyduysan, yerlerini değiştirdiysen bu yüzden de olabilir “ lafı ev sahibini uyandırmıştı. Kilere attığı üç çiçek, geldi aklına, tam o sırada radyoda, “boş çerçeve” şarkısı çalıyordu. ‘Bırakma ellerimi, bırakma yalnız beni…” bırakmıştı onları, unutmuştu, terk etmişti. Nedeni ne kadar anlamsızdı, şimdi. Arkadaşından izin isteyerek, evine koştu.
Yolda yürürken derin bir tasa vardı gözlerinde, görünce mutlandığı bir balkonu da yoktu artık, nereye bakacaktı şimdi? Gökyüzüne baktı, onsuz mahrum kaldığını düşündü bir an, sonra kendini bir hücreye koydu, dayanamadı bu fikrin karanlığına, ya bir gün birileri onu, sevdiklerinden ayırıp bir yere kapatsaydı. Bütün bu muhasebe, ona, körlüğünün farkına vardırmaya yetti.
Eve geldiğinde, koşar adımlarla kilere indi, kapıyı usulca araladı ve gözlerini kocaman açarak onları koyduğu yere baktı. Devetabanından geriye onu desteklediği değneği kalmıştı, yaprağı güzelinse bütün yaprakları yerdeydi. Sarsılarak dizlerinin üstüne çöktü, ‘Katilim ben, sizin katiliniz’ diyordu.
Çiçeklerin, yanlarına yaklaştı, topladığı yapraklardan özür dilerken onu, gördü!
Kaktüs, senede bir açan kırmızı çiçeğini de açmış hala ayakta, yaşıyordu.
Kaktüs, arkadaşlarına verdiği sözü tutmuştu. İçinde, onları gözünün önünde kaybedişinin acısı, acının kalınlaştırdığı dikenleri ve sevdasının rengi, kırmızı çiçeğiyle, çıktı günışığına. Kamaştı gözleri, karşısında onların gülümseyen hayalleri, aklında ise son sözleri, son gülüşleri, son gözyaşı vardı. Hepsi artık, ona, emanetti.
-Bitti-

ileti: fidan baştuğ /12 Eylül 2012 _22:54

L@hm@cun

L@hm@cun
* L@hm@cun_mizah öykü - Blog İnternet Sitesi'nde yer alan ürünlerin; *haber, tanıtım v.b. durumlar dışında / 2. şahıslarca –herhangi bir biçimde- yayımlanması _ kullanılması izne bağlıdır ve yasaların öngördüğü haklara sahiptir. ***--> L@hm@cun.*mizah.öykü*....İLETİŞİM ADRESİ--> mizahvesiir@gmail.com