23 Eylül 2007 Pazar
e.tığlı
erhan tığlı
TURİSTİK AŞK
Didim’e hem tatile gelmiş hem de yaralı gönlümün acısını dindirmek istemiştim. “Çivi çiviyi söker” diye düşünerek güzel kızlara takılmaya, onlarla oyalanmaya çalıştım ama hangi Türk kızına arkadaşlık teklif ettimse terslendim. Sanki yüz bulunca astar isteyecekmişim, kendilerine tecavüze yeltenecekmişim gibi öfkeyle, “Hadi başka kapıya!” der gibi baktılar. Biraz ısrar edince ne terbiyesizliğimi bıraktılar ne manyaklığımı.
Tatilim zehir olmuş, umduğum dağlara kar yağmıştı. Bir kahveye oturup ne yapacağımı düşünmeye başladım. En iyisi buradan çekip gitmekti. Otobüs kaçta kalkıyordu acaba? Ben böyle kara düşüncelere dalmışken yan masaya sarı saçlı, yeşil gözlü güzel bir kız oturdu. Mutlaka turist olmalıydı. Kendi kendime, “Ne güzel kız be! Bu turist kızlar da çok güzel oluyor” diye söylendim, kızın gözlerine gözlerimi diktim. Bakışlarımdan rahatsız olup somurtmadı, aksine gülümsedi.
“Kız dediğin böyle anlayışlı olacak” diye mırıldandım. “Keşke okulda İngilizce dersine çok çalışsaydım. Şimdi ne güzel konuşurdum kendisiyle.”
Böyle dedikten sonra başımla selam verdim. O da karşılık vermesin mi! “Şu bendeki şansa bak. İdealimdeki kızı buldum ama kendisiyle konuşup anlaşamıyorum.”
Bu sözlerimi kıza bakarak söylediğim için ona seslendiğimi sandı, yüzüme tatlı bir gülüşle baktı, “Vat?” dedi. Sanki dediğimi anlayacakmış gibi, “size söylemiyorum. Kendi kendime konuşuyorum. Güzelliğiniz beni büyüledi ama ne yazık ki bunu size aktaramıyorum” diye bir of çektim. Bir kahkaha attı, “Güzel?” dedi. “Senin o güzel diyen dillerini yesinler!” diye bağırdım. Elimle onu işaret ederek, “Sen güzel, hem de çok güzel” dedim. Elini göğsüne götürdü, “Ay em güzel?” diye sordu. Yahu İngilizce güzel ne demekti? Bir türlü bulamayınca “Hello! Hay!” diye bağırdım filmlerdeki gibi. İşe yaradı. O da bana, “Hello! Hay!” dedi. Sevindim ama gerisini getiremedim. Güzel gözlerine bir daha baktım. “Gözlerin bir içim su, içim yandı doğrusu” diye bir şarkı mırıldandım. Soran gözlerle “su?” dedi. Elimdeki su şişesiyle gözlerini işaret ettim. Bir kahkaha attı, gözlerini göstererek “su” dedi. “Sen de bir içim susun ama kalbimi yakıyorsun” diye içimi çektim. “Su…ateş?” diye dudak büktü.
“Evet. Hem su hem ateşsin. Ya sen Türkçe öğren ya ben İngilizce konuşabileyim de sana olan aşkımı dile getirebileyim, ömür boyu ellerimiz birleşsin” diye ellerimi uzattım, ellerini işaret ettim. Gülerek ellerine baktı, “Vat?” dedi. Aklıma Orhan Veli’nin bir şiiri geldi: “Bilmem ki nasıl anlatsan sana derdimi/Ekmek parası desem değil/Gönül yarası desem değil/ Bir dert ki dayanılır şey değil” dedim. Gözlerini gözlerime dikmiş, ilgiyle, hatta sevgiyle beni dinliyordu. Ne dediğimi anlayamıyordu ama sesimin tonundan, duygusal konuşmalarımdan kendisine iltifat etimi, sevgimi belirttiğimi seziyor, seviniyor, buna memnun oluyordu.
“Senin yerinde bir Türk kızı olsaydı beni böyle candan dinlemez, sözümü keserdi. Üstelik, “Terbiyesiz! Ben senin bildiğin kızlarda değilim” diye azarlar, kendisine sarkıntılık ettiğimi iddia ederdi. Oysa ben bu sözleri içimden gelerek söylüyorum. Anlıyor musun? Ah bir anlayabilsen de aşkımın yüceliğini kavrayabilsen” deyip ellerimi birbirine vurdum.
Saatine baktı, telaşla ayağa kalktı, gideceğini işaret etti. Üzüntüyle başımı salladım. “Biraz daha kalsaydın ya” dedim. Saatini gösterdi, “Tenk yu! Bay bay!” dedi. “Asıl ben sana teşekkür ederim. Beni sabırla dinledin. İçime su serptin” diyerek bilinçsizce arkasından yürüdüm. Otobüs yazıhanesine geldi, İzmir otobüsüne bindi. Ben de arkasında arabaya binmek, o nereye gidiyorsa oraya gitmek, kendisinden hiç ayrılmamak istedim ama hem cebimde yeterli para yoktu hem de yanlarında kaldığım dayımgillere haber vermeden bir yere gidemezdim. Kızı daha fazla rahatsız etmemeliydim. Belik de ailesinin yanına, memleketine gidecekti. Öyle olmasa bile nasıl anlaşacaktık, kuş diliyle mi yoksa tarzancayla mı?
Sürücü arabayı sürmeye hazırlandı. “Güle güle aşk çiçeğim!” diye bağırdım. “Hoşça kal!” dedi. Hayretle, “Sen Türkçe biliyor muydun?” diye sordum. “Ben bir Türk kızıyım” dedi. “İyi ama nasıl olur?” diye dudak büktüm. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Otobüs giderken el salladı: “Bir daha dikkat edin. Görünüşe aldanmayın. Bu kadar peşin hükümlü olmayın!” diye bağırdı.
Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım neredeyse. Dilim tutuldu, konuşamadım. Giden hayallerimin arkasından bakakaldım.