MÜFTÜYE DUA EDENLER...
“Mudurnu müftüsü Osman Şener, geçen hafta Cuma namazında verdiği vaazda, kadınların elinin öpülmesinin yanlış olduğunu savunarak, dayının kızı, komşu teyze bile olsa nikâh düşer. Nikâh düşen kişinin elini öpemezsin. Kalbim temiz demekle olmaz bu iş, demiştir.” (Gazeteler)
...
Delikanlı birahanede içmekte, kara kara düşünmekteydi. Arkadaşları niye düşündüğünü sordular; “Arpacı kumrusu gibi ne düşünüp duruyorsun? Karadeniz’de gemilerin mi battı? Binin yarısı beş yüz, o da bizde yok. Sat anasını, aldırma!” diye teselli etmeye çalıştılar. Delikanlı içini çekti; “Ben düşünmeyeyim de kimler düşünsün. Bir kıza tutuldum. Onu deli gibi seviyorum” dedi.
Çalı Şevket; “Bunda üzülecek ne var? Sevinsene. Keşke, herkes senin gibi sevse, âşık olabilse de dünya daha da güzelleşse. Sevmek gibi güzel bir şey var mı bu dünyada” dedi.
“Seviyorum ama o beni sevmiyor. Bunun neresi güzel?” diye konuştu delikanlı.
“Niye yüz vermiyor sana, neyin eksik? Gençsin, yakışıklısın.”
“Bilmiyorum. Tipi değilim herhalde.”
“Belki de zengin bir koca arıyordur hanımefendi.”
“Sanki zenginler kapısında kuyruğa girmişler. Boş ver! Unutursun zamanla. Ondan daha güzelini bulursun da bu çektiğin acıya gülersin ilerde.”
“Ben onsuz yaşayamam. Başkasında gözüm yok.”
Tam bu sırada Buluş Şevki, elindeki gazeteyi göstererek yanlarına geldi:
“Derdinin dermanı burada” diye güldü.
“Sen benimle dalga mı geçiyorsun arkadaş?” diye başını salladı delikanlı.
“Hayır, gayet ciddiyim.”
“O gazetede dertlere derman bulan dert babası ya da Güzin Abla gibi biri var galiba.”
“Hayır, dert babası değil, müftü bulacak bu arkadaşın derdinin dermanını.”
“Müftü nasıl kurtaracak delikanlıyı, muska falan mı yazıverecek?”
“Gazeteyi okuyun da öyle konuşun.”
Gazeteyi elinden aldılar, okumaya başladılar: “Mudurnu müftüsü Osman Şener, geçen hafta Cuma namazında verdiği vaazda, kadınların elinin öpülmesinin yanlış olduğunu savunarak ‘Yok, öyle dayımın kızı elimi öptü, komşu teyzenin elini öptüm. Nikâh düşer, nikâh düşen kişinin elini öpemezsin... Bazıları diyor ki; benim kalbim temiz. Kalbin ne kadar temiz olabilir ki. Kalbin Hz. Peygamber’in kalbinden daha mı temizdi? Peygamberimiz hiç el öpmedi. Yanlış işler bunlar.’ Dedi.”
Çalı Şevket, dudak bükerek konuştu:
“İyi ama bunun delikanlının derdiyle ne ilgisi var yani?”
Buluş Şevki göz kırptı:
“Müftü, kadınların elini öpen erkeğe nikâh düşer demiş.”
“Bence kadınların elini değil de başka yerini öpersen olur o iş!”
Çalı Şevket’in bu sözüne herkes kahkahayla güldü.
İçlerinden biri, “Çok merak ettim. Delikanlı müftünün yanına gidip hayır duasını mı alacak, kendisini okutup üfletecek mi, yoksa kızın aşkına karşılık vermesi için büyü mü yaptıracak?” diye sordu.
“Kafanız çalışmıyor arkadaşlar” diye elini salladı Buluş Şevki. “Oralara kadar gitmesine gerek yok. Çözüm burada. Bu delikanlının sevdiği kızın ailesi çok dindardır. Hacı hoca takımına çok inanırlar. Bizimki kızın yanına yaklaşacak, bir fırsatını bulup elini öpecek. Onlar da kızlarını kendisiyle evlendirmek zorunda kalacaklar. İşte bu kadar!”
***
Bir süre sonra delikanlı gülerek birahaneden içeri girdi, herkese bira ısmarladı. Kendisine yol gösteren Buluş Şevki’ye sarıldı, “Dediğin oldu abi. Kızı bana vermeye razı oldular. İş garanti olsun diye sevgilimin elini bir kere değil birkaç kere öptüm. Yarın düğünümüz var, hepiniz davetlimsiniz” deyip Şevki’nin elini öpmek istedi ama Şevki hemen elini çekti, göz kırparak; “Aman koçum, müftü duymasın. Bir nikâh da ikimize kıymağa kalkar sonra! Bundan sonra el öperken dikkat et haa!” diyerek herkesi güldürdü.
****
Veli Sarsılmaz, kaynanasının dırdırlarında bıkmıştı. Her işe karışıyor, ben sizin yerinizde olsaydım şöyle yapardım, diye yol gösteriyor, bir yere gidecek olsalar nereye gidiyorsunuz, neye gidiyorsunuz diye hesap soruyor, gezmeye gidecek olsalar hemen peşlerine takılıyor, gittikleri yerde lafı kimseye bırakmıyordu. Tek istediği; kimse sözünden dışarı çıkmasın, herkes can kulağıyla kendisini dinlesin, sözünü kesmesin. Ama o kimseyi dinlemez, dinlese bile denilenlere aldırmazdı.
Bütün bunlar yetmemiş gibi, geçenlerde karı koca banyo yapacak, yıkanacak oldu, hemen yüzünü buruşturdu; “Daha dün yıkanmadınız mı siz, insan bu kadar sık yıkanır durur mu? Bir şey değil, vücudunuz eskiyecek. Biraz nefsinize hâkim olun canım” diye laf çarpmıştı. Her ne kadar, karısı, “Anne, dün değil, üç gün önce yıkandık biz. Havalar sıcak olduğu için çabuk terliyor, kirleniyor insan” dese de, kaynanası söylenmeye devam etmişti:
“Bizim zamanımızda insanlar haftada bir yıkanırlardı. Şimdikiler çekinmeseler her gün yıkanacaklar, suyun içinden çıkmayacaklar. Utanmak arlanmak kalmadı artık.”
Veli beyle karısına böyle diyordu ama kendisi abdest alıyorum diye günde beş altı kere suları şakır şakır akıtıyor, çeşmeyi azıcık kısayım da israf olmasın, demiyordu...
Kocası çoktan öldüğü için yanlarında kalıyordu kaynana. Televizyonda onun istediği programlar izlenirdi. Reklâmlarda kanal değiştirecek olsalar hemen, “Reklâmlar şimdi biter, çevirin gene aynı yere. Zaten televizyondan başka bir eğlencemiz yok, ona da turp sıkmayın” diye bağırmaya başlardı. Onu susturmak için dediğini yapmaktan başka bir çare yoktu. Geçenlerde milli maç vardı ama Veli Sarsılmaz kaynanasının yüzünden maçı seyredemedi, çünkü aynı saatte kaynanasının çok sevdiği bir dizi vardı...
Veli bey bir arkadaşına dert yandı, kaynanasının eziyetlerinden söz etti, ondan nasıl kurtulacağını sordu, kendisinden yardım istedi. Arkadaşı biraz düşündükten sonra:
“Tek çare kaynananı evlendirmek” dedi.
“İyi ama nasıl olacak bu?”
“Orası senin bileceğin iş dostum. Çevrende dul bir erkek yok mu?”
“Komşu Ali Dayı da dul, hem de yaş olarak kaynanamın ayarında.”
“Öyleyse daha ne duruyorsun? Hemen başgöz et onları.”
“Bu kolay bir şey mi? Adama gidip de kaynanamı al mı diyeceğim yani?”
“Bir oyun yap, Ali Dayıyı ikide birde eve yemeğe çağır, kaynananla konuşup anlaşmasını sağla. Gerisi kendiliğinden gelir.”
Veli Sarsılmaz, bu işin altından yüzünün akıyla nasıl çıkacağını düşünerek evine geldi. Ya kaynanası, beni başınızdan atmak mı istiyorsunuz, sizden koca mı isteyen oldu, derse ne yapacaktı. Ali Dayı belki de kaynanasının huysuzluğunu duymuştur, onunla evlenmek istemez, yedirdiği yemekler boşa giderdi. Düşünceli bir tavırla gazetesini aldı, okumaya çalıştı ama başaramadı, aklı hep kaynanasıyla komşuyu nasıl evlendireceğindeydi. Gazetedeki müftü haberi kafasında şimşekler çaktırdı. “Buldum!” diye bağırarak dışarı çıktı, Ali Dayı evinde tek başına oturuyordu. Hemen onu yemeğe davet etti. Adamcağız hangi dağda kurt öldü der gibi Veli’nin yüzüne baktı. Veli Sarsılmaz, daha önce böyle bir şey düşünemediği için özür diledi. “Sen yalnızsın. Kaynanam da yalnızlıktan sıkılıyor. Yemekten sonra sohbet eder, yalnızlığınızı giderirsiniz” dedi. Ali Dayı daveti kabul etti. Veli, Ali Dayı’yı uyardı:
“Kaynanam, elinin öpülmesinden çok hoşlanır, içeri girer girmez hemen elini öpmelisin.”
“İyi ama bu işte bir terslik yok mu, benim bildiğim, çocuklar ya da küçükler büyüklerin elini öperler. Ben kaynanandan küçük değilim ki, büyüğüm. Asıl onun benim elimi öpmesi lazım.”
“O senin dediğin eskidendi. Şimdi kibar erkekler kadınların elini öpüyorlar.”
“Doğru galiba. Geçenlerde bir filmde gördüm.”
“O filmi kaynanam da gördü, içini çekerek, ah ne olurdu, kibar bir erkek de benim elimi öpseydi, dedi.”
Ali Dayı itiraz etmedi. Veli Sarsılmaz, hemen evlerine koştu, hatırlı bir misafir getireceğini, güzel yemekler yapmalarını söyledi.
Bir süre sonra Ali Dayı evlerine geldi ve içeri girer girmez kaynananın elini öptü. Kaynana şaşırdı, “Bu ne demek oluyor böyle?” diye söylendi. Veli Sarsılmaz hemen gazetedeki haberi çıkardı, müftünün dediklerini okuyuverdi. “Demek ki Dayımız seni gözden geçiriyormuş. Elini öptüğüne göre, artık evlenmemiz gerekiyor” dedi. Ali Dayı yutkundu. Ne diyeceğini bilemedi.”Şey yani, yalnızlık Allaha mahsus, ne diyeyim?” diye kekeledi. Kaynana bir genç kız gibi kırıttı, “Koskoca müftü böyle dediğine göre, vardır bir hikmeti. Uyulmazsa günah olur. Ne yapalım? Şeriatın kestiği parmak acımaz” diye konuştu.
Veli Sarsılmaz sevinçle ellerini yukarı kaldırdı, müftü efendiye dua etti.
***
İstenen olmuş, Kaynana, Ali Dayıyla evlenerek onun yanına taşınmıştı. Veli Sarsılmaz ağzı kulaklarında çarşıya çıktı. Onun bu halini gören arkadaşı, “Bu kadar sevinçli olduğuna göre, dediğimi yaptın, kaynananı evlendirdin galiba. Söyle, nasıl oldu bu iş?” diye sordu. Veli bey olup biteni arkadaşına anlattı. “O haberi veren gazete yanında mı?” diye sordu arkadaşı. “Evet, yanımda” dedi Veli. “Hayrola, ne yapacaksın?” diyerek gazeteyi verdi. Arkadaşı, “Sonra söylerim. İşim acele” diyerek eve koştu. Baktı, tahmin ettiği gibi, sevdiği kız annesiyle, evlerine misafir gelmişti. Hemen yanlarına koştu, kızın elini öptü. Annesiyle sevdiği kızın annesi gülerek, “Oğlum, şaşırdın galiba. Kızın değil annesinin elini öpmeliydin” dediler. Delikanlı, “Hayır, şaşırmadım. Ne yaptığımın farkındayım” diyerek gazeteyi önlerine attı, “Okuyun şu haberi bakalım” dedi. Okudular ve başlarını salladılar, “Şu işe bak, artık sevdiği kızla evlenmek isteyen erkeklere gün doğdu” diye konuştular.
Müftüye dua edenler arasına o da katıldı.
Kim bilir, daha bizim bilmediğimiz kimlere yaramıştır bu vaaz. Sağ olasın müftü efendi. Çok kişinin hayır duasını aldın. El öpenlerin çok olsun!
......................... -BİTTİ-
Delikanlı birahanede içmekte, kara kara düşünmekteydi. Arkadaşları niye düşündüğünü sordular; “Arpacı kumrusu gibi ne düşünüp duruyorsun? Karadeniz’de gemilerin mi battı? Binin yarısı beş yüz, o da bizde yok. Sat anasını, aldırma!” diye teselli etmeye çalıştılar. Delikanlı içini çekti; “Ben düşünmeyeyim de kimler düşünsün. Bir kıza tutuldum. Onu deli gibi seviyorum” dedi.
Çalı Şevket; “Bunda üzülecek ne var? Sevinsene. Keşke, herkes senin gibi sevse, âşık olabilse de dünya daha da güzelleşse. Sevmek gibi güzel bir şey var mı bu dünyada” dedi.
“Seviyorum ama o beni sevmiyor. Bunun neresi güzel?” diye konuştu delikanlı.
“Niye yüz vermiyor sana, neyin eksik? Gençsin, yakışıklısın.”
“Bilmiyorum. Tipi değilim herhalde.”
“Belki de zengin bir koca arıyordur hanımefendi.”
“Sanki zenginler kapısında kuyruğa girmişler. Boş ver! Unutursun zamanla. Ondan daha güzelini bulursun da bu çektiğin acıya gülersin ilerde.”
“Ben onsuz yaşayamam. Başkasında gözüm yok.”
Tam bu sırada Buluş Şevki, elindeki gazeteyi göstererek yanlarına geldi:
“Derdinin dermanı burada” diye güldü.
“Sen benimle dalga mı geçiyorsun arkadaş?” diye başını salladı delikanlı.
“Hayır, gayet ciddiyim.”
“O gazetede dertlere derman bulan dert babası ya da Güzin Abla gibi biri var galiba.”
“Hayır, dert babası değil, müftü bulacak bu arkadaşın derdinin dermanını.”
“Müftü nasıl kurtaracak delikanlıyı, muska falan mı yazıverecek?”
“Gazeteyi okuyun da öyle konuşun.”
Gazeteyi elinden aldılar, okumaya başladılar: “Mudurnu müftüsü Osman Şener, geçen hafta Cuma namazında verdiği vaazda, kadınların elinin öpülmesinin yanlış olduğunu savunarak ‘Yok, öyle dayımın kızı elimi öptü, komşu teyzenin elini öptüm. Nikâh düşer, nikâh düşen kişinin elini öpemezsin... Bazıları diyor ki; benim kalbim temiz. Kalbin ne kadar temiz olabilir ki. Kalbin Hz. Peygamber’in kalbinden daha mı temizdi? Peygamberimiz hiç el öpmedi. Yanlış işler bunlar.’ Dedi.”
Çalı Şevket, dudak bükerek konuştu:
“İyi ama bunun delikanlının derdiyle ne ilgisi var yani?”
Buluş Şevki göz kırptı:
“Müftü, kadınların elini öpen erkeğe nikâh düşer demiş.”
“Bence kadınların elini değil de başka yerini öpersen olur o iş!”
Çalı Şevket’in bu sözüne herkes kahkahayla güldü.
İçlerinden biri, “Çok merak ettim. Delikanlı müftünün yanına gidip hayır duasını mı alacak, kendisini okutup üfletecek mi, yoksa kızın aşkına karşılık vermesi için büyü mü yaptıracak?” diye sordu.
“Kafanız çalışmıyor arkadaşlar” diye elini salladı Buluş Şevki. “Oralara kadar gitmesine gerek yok. Çözüm burada. Bu delikanlının sevdiği kızın ailesi çok dindardır. Hacı hoca takımına çok inanırlar. Bizimki kızın yanına yaklaşacak, bir fırsatını bulup elini öpecek. Onlar da kızlarını kendisiyle evlendirmek zorunda kalacaklar. İşte bu kadar!”
***
Bir süre sonra delikanlı gülerek birahaneden içeri girdi, herkese bira ısmarladı. Kendisine yol gösteren Buluş Şevki’ye sarıldı, “Dediğin oldu abi. Kızı bana vermeye razı oldular. İş garanti olsun diye sevgilimin elini bir kere değil birkaç kere öptüm. Yarın düğünümüz var, hepiniz davetlimsiniz” deyip Şevki’nin elini öpmek istedi ama Şevki hemen elini çekti, göz kırparak; “Aman koçum, müftü duymasın. Bir nikâh da ikimize kıymağa kalkar sonra! Bundan sonra el öperken dikkat et haa!” diyerek herkesi güldürdü.
****
Veli Sarsılmaz, kaynanasının dırdırlarında bıkmıştı. Her işe karışıyor, ben sizin yerinizde olsaydım şöyle yapardım, diye yol gösteriyor, bir yere gidecek olsalar nereye gidiyorsunuz, neye gidiyorsunuz diye hesap soruyor, gezmeye gidecek olsalar hemen peşlerine takılıyor, gittikleri yerde lafı kimseye bırakmıyordu. Tek istediği; kimse sözünden dışarı çıkmasın, herkes can kulağıyla kendisini dinlesin, sözünü kesmesin. Ama o kimseyi dinlemez, dinlese bile denilenlere aldırmazdı.
Bütün bunlar yetmemiş gibi, geçenlerde karı koca banyo yapacak, yıkanacak oldu, hemen yüzünü buruşturdu; “Daha dün yıkanmadınız mı siz, insan bu kadar sık yıkanır durur mu? Bir şey değil, vücudunuz eskiyecek. Biraz nefsinize hâkim olun canım” diye laf çarpmıştı. Her ne kadar, karısı, “Anne, dün değil, üç gün önce yıkandık biz. Havalar sıcak olduğu için çabuk terliyor, kirleniyor insan” dese de, kaynanası söylenmeye devam etmişti:
“Bizim zamanımızda insanlar haftada bir yıkanırlardı. Şimdikiler çekinmeseler her gün yıkanacaklar, suyun içinden çıkmayacaklar. Utanmak arlanmak kalmadı artık.”
Veli beyle karısına böyle diyordu ama kendisi abdest alıyorum diye günde beş altı kere suları şakır şakır akıtıyor, çeşmeyi azıcık kısayım da israf olmasın, demiyordu...
Kocası çoktan öldüğü için yanlarında kalıyordu kaynana. Televizyonda onun istediği programlar izlenirdi. Reklâmlarda kanal değiştirecek olsalar hemen, “Reklâmlar şimdi biter, çevirin gene aynı yere. Zaten televizyondan başka bir eğlencemiz yok, ona da turp sıkmayın” diye bağırmaya başlardı. Onu susturmak için dediğini yapmaktan başka bir çare yoktu. Geçenlerde milli maç vardı ama Veli Sarsılmaz kaynanasının yüzünden maçı seyredemedi, çünkü aynı saatte kaynanasının çok sevdiği bir dizi vardı...
Veli bey bir arkadaşına dert yandı, kaynanasının eziyetlerinden söz etti, ondan nasıl kurtulacağını sordu, kendisinden yardım istedi. Arkadaşı biraz düşündükten sonra:
“Tek çare kaynananı evlendirmek” dedi.
“İyi ama nasıl olacak bu?”
“Orası senin bileceğin iş dostum. Çevrende dul bir erkek yok mu?”
“Komşu Ali Dayı da dul, hem de yaş olarak kaynanamın ayarında.”
“Öyleyse daha ne duruyorsun? Hemen başgöz et onları.”
“Bu kolay bir şey mi? Adama gidip de kaynanamı al mı diyeceğim yani?”
“Bir oyun yap, Ali Dayıyı ikide birde eve yemeğe çağır, kaynananla konuşup anlaşmasını sağla. Gerisi kendiliğinden gelir.”
Veli Sarsılmaz, bu işin altından yüzünün akıyla nasıl çıkacağını düşünerek evine geldi. Ya kaynanası, beni başınızdan atmak mı istiyorsunuz, sizden koca mı isteyen oldu, derse ne yapacaktı. Ali Dayı belki de kaynanasının huysuzluğunu duymuştur, onunla evlenmek istemez, yedirdiği yemekler boşa giderdi. Düşünceli bir tavırla gazetesini aldı, okumaya çalıştı ama başaramadı, aklı hep kaynanasıyla komşuyu nasıl evlendireceğindeydi. Gazetedeki müftü haberi kafasında şimşekler çaktırdı. “Buldum!” diye bağırarak dışarı çıktı, Ali Dayı evinde tek başına oturuyordu. Hemen onu yemeğe davet etti. Adamcağız hangi dağda kurt öldü der gibi Veli’nin yüzüne baktı. Veli Sarsılmaz, daha önce böyle bir şey düşünemediği için özür diledi. “Sen yalnızsın. Kaynanam da yalnızlıktan sıkılıyor. Yemekten sonra sohbet eder, yalnızlığınızı giderirsiniz” dedi. Ali Dayı daveti kabul etti. Veli, Ali Dayı’yı uyardı:
“Kaynanam, elinin öpülmesinden çok hoşlanır, içeri girer girmez hemen elini öpmelisin.”
“İyi ama bu işte bir terslik yok mu, benim bildiğim, çocuklar ya da küçükler büyüklerin elini öperler. Ben kaynanandan küçük değilim ki, büyüğüm. Asıl onun benim elimi öpmesi lazım.”
“O senin dediğin eskidendi. Şimdi kibar erkekler kadınların elini öpüyorlar.”
“Doğru galiba. Geçenlerde bir filmde gördüm.”
“O filmi kaynanam da gördü, içini çekerek, ah ne olurdu, kibar bir erkek de benim elimi öpseydi, dedi.”
Ali Dayı itiraz etmedi. Veli Sarsılmaz, hemen evlerine koştu, hatırlı bir misafir getireceğini, güzel yemekler yapmalarını söyledi.
Bir süre sonra Ali Dayı evlerine geldi ve içeri girer girmez kaynananın elini öptü. Kaynana şaşırdı, “Bu ne demek oluyor böyle?” diye söylendi. Veli Sarsılmaz hemen gazetedeki haberi çıkardı, müftünün dediklerini okuyuverdi. “Demek ki Dayımız seni gözden geçiriyormuş. Elini öptüğüne göre, artık evlenmemiz gerekiyor” dedi. Ali Dayı yutkundu. Ne diyeceğini bilemedi.”Şey yani, yalnızlık Allaha mahsus, ne diyeyim?” diye kekeledi. Kaynana bir genç kız gibi kırıttı, “Koskoca müftü böyle dediğine göre, vardır bir hikmeti. Uyulmazsa günah olur. Ne yapalım? Şeriatın kestiği parmak acımaz” diye konuştu.
Veli Sarsılmaz sevinçle ellerini yukarı kaldırdı, müftü efendiye dua etti.
***
İstenen olmuş, Kaynana, Ali Dayıyla evlenerek onun yanına taşınmıştı. Veli Sarsılmaz ağzı kulaklarında çarşıya çıktı. Onun bu halini gören arkadaşı, “Bu kadar sevinçli olduğuna göre, dediğimi yaptın, kaynananı evlendirdin galiba. Söyle, nasıl oldu bu iş?” diye sordu. Veli bey olup biteni arkadaşına anlattı. “O haberi veren gazete yanında mı?” diye sordu arkadaşı. “Evet, yanımda” dedi Veli. “Hayrola, ne yapacaksın?” diyerek gazeteyi verdi. Arkadaşı, “Sonra söylerim. İşim acele” diyerek eve koştu. Baktı, tahmin ettiği gibi, sevdiği kız annesiyle, evlerine misafir gelmişti. Hemen yanlarına koştu, kızın elini öptü. Annesiyle sevdiği kızın annesi gülerek, “Oğlum, şaşırdın galiba. Kızın değil annesinin elini öpmeliydin” dediler. Delikanlı, “Hayır, şaşırmadım. Ne yaptığımın farkındayım” diyerek gazeteyi önlerine attı, “Okuyun şu haberi bakalım” dedi. Okudular ve başlarını salladılar, “Şu işe bak, artık sevdiği kızla evlenmek isteyen erkeklere gün doğdu” diye konuştular.
Müftüye dua edenler arasına o da katıldı.
Kim bilir, daha bizim bilmediğimiz kimlere yaramıştır bu vaaz. Sağ olasın müftü efendi. Çok kişinin hayır duasını aldın. El öpenlerin çok olsun!
......................... -BİTTİ-