Bu yıl Kurban Bayramı'nda yaradana sığınıp gene bir kurban keselim dedik.
Bayramdan iki gün önce sabahleyin, kurban almak için evden çıktım.
Bizim Kadıköy yakasında kurbanlıklar daha çok, Fenerbahçe Stadı’nın arkasında, Salıpazarı'nın ucunda satılır. Doğru oraya yollandım.
Arabayı zar zor bir kenara parkettim. Kurbanlık koyunların satıldığı alana doğru yürümeye başladım.
Ben koyundan, koçtan pek anlamam. Bu işleri bizim apartmanın kapıcısı Emin Efendi iyi bilir. Ama, Emin Efendi apartmana şöyle arada bir sadece, "Acaba apartman yerinde duruyor mu?" diye uğradığından, o gün de onu bulamamış, birlikte getirememiştim.
Koyunların arasında dolaşmaya sağa sola bakınmaya başladım. Tam gözümün kestiği şöyle eti butu yerinde, ortahalli bir hayvancağıza doğru seyirtiyordum ki...
Kulağımın dibinde patlayan korkunç biri nara ile neredeyse yere yuvarlanıyordum.
-T...lara bak beyiiim! Koç t....ı bunlar Kooooç!
Şöyle bir döneyim, dedim. Baktım, satıcı olduğunu anladığım ızbandut gibi bir herif, kendisinden biraz daha az izbandut gibi koçla üzerime doğru varıyor.
Kafayı tam zamanında eğip, hayvanın gözüme girmek üzere olan boynuzlarından kılpayı kurtuldum.
İzbandut kucağında hayvanla karşımda dikildi. Sonra da, kucağındaki hayvanın (Affedin) yumurtalıklarını yakalayıp suratıma doğru sallayarak:
T....lara bak ağbi, t....laraaa!
Diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.
Önce ne olduğunu anlayamadım. Sonra kendimi toparladım.
-Dur, napıyorsun? Dedim herife. Biraz usturuplu bağır, bak etrafta hanımlar falan var.
-Sana bu koçu vereceğim, abi, diye tutturdu bu defa.
Ben koça gözucuyla şöyle bir baktım. Gerçekten iri, gösterişli bir hayvandı ama kimbilir kaç paraydı?
-Ben biraz bakınacağım, sonra gelirim, dedim.
Birden yere bıraktığı hayvanın ensesine bir tokat patlattı.
-Sana kurbanlık koç değil, pehlivan satıyorum pehlivan!...
Deyip hayvana ense tokat bir daha girişti.
Hayvan önce biraz sersemledi. Neye uğradığını pek anlayamadı. Ama bizim izbandut sağlı sollu elenselerle hayvanı bunaltmaya başlayınca, önce geri çekildi... Sonra ileri doğru atılıp, izbanduta boynuzla karışık bir kafa koydurdu
Ve güreş başladı. Reşit Karabacak...Pardon..'.Bizim çamyarması koç bir tek daldı, koçu havalandırdı. Koç havada bir döndü, birden o anda dizüstü düşen rakibinin sırtına bindi. Derken ızbandut, hayvana bir çırpma yaptı. Sonra belinden yakalayıp tekrar hayvanın üstüne çıktı.
Hayvanı yere yaymaya çalışırken bir yandan da bağırıyordu.
-Pehlivan satıyorum, pehlivaaaan!
Bu arada etrafımız iyice kalabalıklaşmış, herkes başımıza toplanmıştı.
Kalabalıktan yararlanıp tam tüymek üzereydim ki... Durumu gören ızbandut, tuşlamak üzere olduğu koçu bırakıp, kan ter içinde yerinden fırladı, koştu koluma yapıştı.
-Gördün mü abi pehlivanı, dedi. Bu senin kısmetin, alacaksın.
Önce kolumu kurtarmayı bir deneyeyim, dedim.. Sonra "Ulan herif şimdi bir çırpma da ister misin bana çeksin!..." deyip vazgeçtim.
-Bu senin kısmetin abi, alacaksın.
-Peki kaç para bu koç?
-Sen 45 bin ver yeter.
-Ne, 45 bin mi?..Yahu sen çıldırdın mı?
-Ama sana pehlivan satıyorum, pehlivan.
-Ben senin yerinde olsam bu hayvanı, satmam...
- Niye?
-Önümüzde Dünya Güreş Şampiyonası var, oraya sokarım.
-Peki o zaman sana 40 bin olsun, dedi ızbandut.
-Bu arada kolumu bırakmıştı. Bırakmıştı ama, bu defa da toka eder gibi elimi kavramıştı. Bilirsiniz, kurban alıp satarken, satıcı ile alıcı birbirlerinin ellerini tutup sallarlar ve bu sallama, anlaşıncaya, pazarlıkta uyuşuncaya kadar devam eder.
İşte herif de benim elimi öyle kavramıştı.
Bir yandan:
-40 bine anlaştık mı, tamam mı? Diyor, bir yandan kolumu sallayıp duruyordu.
Benim sağ omuzumda, yıllardır masa başında oturarak yazıp çizmekten oluşmuş bela bir kireçlenme vardır.
Birden omuzumdan, çatırt, diye bir ses çıktı.
Adam kolumu sallamaya devam ediyor, bir yandan da:
-Peki 37 bin 500 olsun, diyordu.
-Ingh! Şey 20 bine ver alayım.
Omuzumdaki acı devam ediyor, herif kolumu bir türlü bırakmayıp, devamlı sallıyordu.
-Çıldırdın mı abi, bu pehlivan 20 bine gider mi? Ver peki 35 bine al şunu.
Birden bir mucize oldu. Kolumdaki sancı birden bıçak gibi kesildi. Sonra omuzumda bir rahatlama başladı.
Mucize sağ kolum, bu kireçlenme yüzünden, omuzdan pek fazla açılıp kapanmazdı. Ama şimdi sanki bir mucize olmuş, adam kolumu salladıkça kolum iyice ileri geri gitmeye başlamıştı. Hem de acımadan.
Yıllardır onca doktor parası vermiş, bin türlü ilaç kullanmış, bu kireçlenmeden bir türlü kurtulamamıştım.
Adam kolumu durmadan sallıyordu hala.
-Peki 32 bin beşyüz.. Hadi 30 bin olsun.
Ben ise adama çaktırmadan bir yandan sessizce "Oh" çekiyor.. Bir yandan da pazarlığı uzattıkça uzatıyordum.
-Yahuu 27 bin beşyüz de mi etmez bu hayvan?
-20 bin dedik ya, uzatma...
-Ver 25 bini de al git şunu abi yoruldum valla be!..
Ve pazarlık bitti sevgili okurlar.
Pehlivanı 25 bine aldım sonunda. Belki çok para diyeceksiniz ama, aslında bedava sayılır.
Çünkü o para ile hem bir koç sahibi oldum.. Hem de yıllardır çektiğim omuz kireçlenmesinden kurtuldum.
kaynak:FIRT- YIL:8, Sayı:393, tarih: 20 Eylül 1983