Anton ÇEHOV /-öykü-/DİLENCi-1887-
-Yardımsever bayım! İyilik edin, bu mutsuz, aç adamı boş çevirmeyin. Üç gündür bir lokma şey yemedim... Geceyi geçirecek bir yer bulmak için beş kapiğim bile yok.. . Vallahi billahi böyle! Yedi yıl köy öğretmenliği yaptım, yerel yönetimin oyunları sonucu görevimi yitirdim. Bir raporun kurbanı oldum. İşte bir yıldır böyle yersiz yurtsuz dolaşıyorum.
Avukat Skvortsov dilencinin mavimsi kır renkli delik deşik paltosuna, donuk sarhoş gözlerine, yanaklarındaki kırmızı lekelere baktı. Sanki bu adamı daha önce bir yerlerde görmüş gibi geldi ona.
Dilenci sürdürüyordu yalvarmasını:
- Şimdi bana Kalujskaya vilayetinde bir iş öneriyorlar. Ama benim oraya gidecek param da yok ki... Yardım edin, acıyın bana! Dilenmek çok ayıp, ben de biliyorum bunu ama... Koşullar zorluyor insanı.
Skvortsov biri derin, öteki hafif olan lastik ayakkabılarına baktı dilencinin ve birden anımsadı:
- Baksanıza buraya, ben üç gün önce sana Sadovaya sokağında rastladım sanırım, dedi. O zaman siz bana galiba köy öğretmeni olduğunuzu değil, okuldan kovulmuş bir yüksek okul öğrencisi olduğunuzu söylemiştiniz. Anımsıyor musunuz?
Dilenci bozulmuştu:
- Ha ... Hayır, olamaz! diye homurdandı. Ben köy öğretmeniyim.• Eğer isterseniz belgelerimi de gösterebilirim size.
- Yalan söylüyorsunuz! Kendinizi bana yüksek okullu diye tanıtmış, hatta niçin okuldan atıldığınızı da anlatmıştınız. Anımsıyor musunuz?
Skvortsov kıpkırmızı kesilmişti. Yüzünde tam bir nefret ifadesiyle uzaklaştı bu yalancıdan.
Öfkeyle bağırdı: ,
- Bu alçaklıktır sayın bay! Dolandırıcılıktır bu! Polise vereceğim sizi. Allah belanızı versin! Siz yoksul ve aç olabilirsiniz. Ama bu size böyle yüzsüzce, vicdansızca yalan söyleme hakkını vermez!
•
Dilenci kapının tokmağını tuttu, yakalanmış bir hırsız gibi şaşkın şaşkın kapıdan içeri baktı:
- Ben... Ben yalan söylemiyorum efendim, diye mırıldandı. Belgelerimi gösterebilirim size.
İyice kızan Skvortsov:
- Kim inanır artık size? diye bağırdı. Toplumun köy öğretmenlerine, yüksek okul öğrencilerine beslediği iyi duyguları kötüye kullanmak! İşte asıl aşağılık, alçakça, iğrenç olan nokta da bu!.. Rezalet!
Skvortsov iyice kendini kaybetmiş, acımasızca azarlıyordu dilenciyi. Bu, üstü başı yırtık adam alçakça yalanlarıyla onda nefret ve iğrenme duygusu uyandırmıştı. Skvortsov'un kendi kendine sevdiği, değer verdiği iyilik, iyi kalplilik, mutsuz insanlara acıma gibi duygularını incitmişti. Yalanlarıyla, insanlara acıma duygusunu kötüye kullanmasıyla onun yoksullara, iyi kalpliliğinden vermeyi sevdiği sadakayı da kirletmişti bu adam.
Dilenci önce kendini savundu, yeminler etti. Sonra da sustu ve utançla aşağı eğdi başını.
Elini kalbinin üstüne bastırarak:
- Bayımı dedi. Gerçekten de yalan söyledim ben! Ne öğrenciyim, ne de köy öğretmeniyim. Bütün bunlar hep uydurma! Rus korosunda çalışıyordum. İçkiciliğim yüzünden kovdular beni. Ne yapabilirdim ki başka? Allah biliyor ya, yalansız bir şey olmuyor. Doğruyu söylediğim zaman kimse bir şey vermez bana. Doğru söylediğin zaman açlıktan ölecek, yatacak yer bulamayıp donacaksın soğuktan! Siz çok doğru konuşuyorsunuz, anlıyorum, ama ne gelir ki elimden?
Skvortsov:
_ Ne mi gelir? Siz ne yapacağınızı mı soruyorsunuz? diye bağırdı ona iyice yaklaşarak. Çalışın! İşte yapacağınız tek şey bu! Çalışmak gerekir!
- Çalışmak... Ben de biliyorum bunu. Ama, kim beni işe alacak?
- Saçma! Gençsiniz, sağlıklısınız, güçlüsünüz. Her zaman iş bulursunuz, yeter ki isteyin!
Ama tembelsiniz, şımarıksınız, ayyaşsınız! Sizden tıpkı bir meyhane gibi votka kokusu yayılıyor! Yalancılık ve bayağılık iliklerinize işlemiş sizin. Dilencilik ve yalandan başka bir şey gelmiyor elinizden. Eğer iş bulsanız bile hemen aşağılarsınız onu. Size büro memurluğu, Rus korosu, markacılık gibi hiçbir iş yapmadan para alacağınız bir iş gerekir! Size öyle bedeninizi yoracak bir iş yakışmaz, değil mi? Siz kapıcılık ya da fabrika işçiliği de istemezsiniz belki! Sizin gönlünüz hep yükseklerdedir!
Dilenci acıyla gülümsedi:
- Nasıl da yargılarda bulunuyorsunuz vallahi! dedi. Öyle bedenle çalışacak işi nerede bulayım? Tezgâhtarlık için yaşını geçti benim. Çünkü ticarete çocukluktan başlamak gerekir.
Kapıcılığa da kimse almaz beni, çünkü öteye beriye fazla .koşmak gelmez elimden. Fabrikaya işe almazlar. bir sanat bilmek gerekir. Oysa ben hiçbir şey bilmiyorum.
- Saçma bunlar! Siz hep kendinizi haklı çıkaracak bir nokta buluyorsunuz. Örneğin odun kırmak da yakışmaz mı size?
- Hemen kabul ederim, ama şimdi gerçek odun kıncılar bile işsiz oturuyorlar.
- Tüm asalaklar böyle düşünürler işte. Sana bu işi de önerseler kabul etmezsin. Peki, benim odunlarımı kırmak istemez misiniz?
- Eğer isterseniz kırarım...
- İyi bakalım. Çok güzel! .. Göreceğiz!..
Skvortsov çabucak koştu, ellerini öç almak ister gibi ovuşturarak mutfaktan aşçı kadını çağırdı.-Yardımsever bayım! İyilik edin, bu mutsuz, aç adamı boş çevirmeyin. Üç gündür bir lokma şey yemedim... Geceyi geçirecek bir yer bulmak için beş kapiğim bile yok.. . Vallahi billahi böyle! Yedi yıl köy öğretmenliği yaptım, yerel yönetimin oyunları sonucu görevimi yitirdim. Bir raporun kurbanı oldum. İşte bir yıldır böyle yersiz yurtsuz dolaşıyorum.
Avukat Skvortsov dilencinin mavimsi kır renkli delik deşik paltosuna, donuk sarhoş gözlerine, yanaklarındaki kırmızı lekelere baktı. Sanki bu adamı daha önce bir yerlerde görmüş gibi geldi ona.
Dilenci sürdürüyordu yalvarmasını:
- Şimdi bana Kalujskaya vilayetinde bir iş öneriyorlar. Ama benim oraya gidecek param da yok ki... Yardım edin, acıyın bana! Dilenmek çok ayıp, ben de biliyorum bunu ama... Koşullar zorluyor insanı.
Skvortsov biri derin, öteki hafif olan lastik ayakkabılarına baktı dilencinin ve birden anımsadı:
- Baksanıza buraya, ben üç gün önce sana Sadovaya sokağında rastladım sanırım, dedi. O zaman siz bana galiba köy öğretmeni olduğunuzu değil, okuldan kovulmuş bir yüksek okul öğrencisi olduğunuzu söylemiştiniz. Anımsıyor musunuz?
Dilenci bozulmuştu:
- Ha ... Hayır, olamaz! diye homurdandı. Ben köy öğretmeniyim.• Eğer isterseniz belgelerimi de gösterebilirim size.
- Yalan söylüyorsunuz! Kendinizi bana yüksek okullu diye tanıtmış, hatta niçin okuldan atıldığınızı da anlatmıştınız. Anımsıyor musunuz?
Skvortsov kıpkırmızı kesilmişti. Yüzünde tam bir nefret ifadesiyle uzaklaştı bu yalancıdan.
Öfkeyle bağırdı: ,
- Bu alçaklıktır sayın bay! Dolandırıcılıktır bu! Polise vereceğim sizi. Allah belanızı versin! Siz yoksul ve aç olabilirsiniz. Ama bu size böyle yüzsüzce, vicdansızca yalan söyleme hakkını vermez!
•
Dilenci kapının tokmağını tuttu, yakalanmış bir hırsız gibi şaşkın şaşkın kapıdan içeri baktı:
- Ben... Ben yalan söylemiyorum efendim, diye mırıldandı. Belgelerimi gösterebilirim size.
İyice kızan Skvortsov:
- Kim inanır artık size? diye bağırdı. Toplumun köy öğretmenlerine, yüksek okul öğrencilerine beslediği iyi duyguları kötüye kullanmak! İşte asıl aşağılık, alçakça, iğrenç olan nokta da bu!.. Rezalet!
Skvortsov iyice kendini kaybetmiş, acımasızca azarlıyordu dilenciyi. Bu, üstü başı yırtık adam alçakça yalanlarıyla onda nefret ve iğrenme duygusu uyandırmıştı. Skvortsov'un kendi kendine sevdiği, değer verdiği iyilik, iyi kalplilik, mutsuz insanlara acıma gibi duygularını incitmişti. Yalanlarıyla, insanlara acıma duygusunu kötüye kullanmasıyla onun yoksullara, iyi kalpliliğinden vermeyi sevdiği sadakayı da kirletmişti bu adam.
Dilenci önce kendini savundu, yeminler etti. Sonra da sustu ve utançla aşağı eğdi başını.
Elini kalbinin üstüne bastırarak:
- Bayımı dedi. Gerçekten de yalan söyledim ben! Ne öğrenciyim, ne de köy öğretmeniyim. Bütün bunlar hep uydurma! Rus korosunda çalışıyordum. İçkiciliğim yüzünden kovdular beni. Ne yapabilirdim ki başka? Allah biliyor ya, yalansız bir şey olmuyor. Doğruyu söylediğim zaman kimse bir şey vermez bana. Doğru söylediğin zaman açlıktan ölecek, yatacak yer bulamayıp donacaksın soğuktan! Siz çok doğru konuşuyorsunuz, anlıyorum, ama ne gelir ki elimden?
Skvortsov:
_ Ne mi gelir? Siz ne yapacağınızı mı soruyorsunuz? diye bağırdı ona iyice yaklaşarak. Çalışın! İşte yapacağınız tek şey bu! Çalışmak gerekir!
- Çalışmak... Ben de biliyorum bunu. Ama, kim beni işe alacak?
- Saçma! Gençsiniz, sağlıklısınız, güçlüsünüz. Her zaman iş bulursunuz, yeter ki isteyin!
Ama tembelsiniz, şımarıksınız, ayyaşsınız! Sizden tıpkı bir meyhane gibi votka kokusu yayılıyor! Yalancılık ve bayağılık iliklerinize işlemiş sizin. Dilencilik ve yalandan başka bir şey gelmiyor elinizden. Eğer iş bulsanız bile hemen aşağılarsınız onu. Size büro memurluğu, Rus korosu, markacılık gibi hiçbir iş yapmadan para alacağınız bir iş gerekir! Size öyle bedeninizi yoracak bir iş yakışmaz, değil mi? Siz kapıcılık ya da fabrika işçiliği de istemezsiniz belki! Sizin gönlünüz hep yükseklerdedir!
Dilenci acıyla gülümsedi:
- Nasıl da yargılarda bulunuyorsunuz vallahi! dedi. Öyle bedenle çalışacak işi nerede bulayım? Tezgâhtarlık için yaşını geçti benim. Çünkü ticarete çocukluktan başlamak gerekir.
Kapıcılığa da kimse almaz beni, çünkü öteye beriye fazla .koşmak gelmez elimden. Fabrikaya işe almazlar. bir sanat bilmek gerekir. Oysa ben hiçbir şey bilmiyorum.
- Saçma bunlar! Siz hep kendinizi haklı çıkaracak bir nokta buluyorsunuz. Örneğin odun kırmak da yakışmaz mı size?
- Hemen kabul ederim, ama şimdi gerçek odun kıncılar bile işsiz oturuyorlar.
- Tüm asalaklar böyle düşünürler işte. Sana bu işi de önerseler kabul etmezsin. Peki, benim odunlarımı kırmak istemez misiniz?
- Eğer isterseniz kırarım...
- İyi bakalım. Çok güzel! .. Göreceğiz!..
- İşte Olga, dedi kadına. Bu bayı odunluğa götür. Orada odun kırsın.
Dilenci kuşku duyuyormuş gibi omuzlarını silkti ve kararsızca aşçı kadını izledi. Yürüyüşünden anlaşıldığına göre bu odun kırma işini aç olduğundan, ya da iş bulmak istediğinden değil, sırf kendi sözleriyle yakalandığı için utanç ve onurunu kurtarmak zorunda kaldığından kabul etmişti. Açıkça görülüyordu votkanın onu zayıf düşürdüğü, sağlıklı biri olmadığı ve çalışmaya en ufak bir istek duymadığı.
Skvortsov hemen yatak odasına gitti. Avluya açılan pencereden odunluk tam olarak görünüyordu. Odunlukta olup biten her şey izlenebiliyordu. Pencerenin önünde dikilen Skvortsov aşçı kadınla dilencinin arka kapıdan avluya, çamurlu kara çıktıklarını, odunluğa yürüdüklerini gördü. Olga öfkeyle bu yeni arkadaşına baktı, dirseğiyle yana itti, odunluğun kapısını açtı ve nefretle kapıyı çarptı.
"Anlaşılan kadının kahve içmesine engel olduk," diye düşündü Skvortsov. "Vay kötü
Yaratık vay!' ,
Daha sonra yalancı öğretmen ve yalancı öğrencinin bir kütüğe oturduğunu, yumruklarını kırmızı yanaklarına dayadığını, düşüncelere daldığını gördü. Kocakarı onun ayakları dibine
baltayı fırlattı, nefretle yere tükürdü. Dudaklarının kıpırtısına bakılırsa sövüp saymaya başlamıştı. Dilenci kararsızca bir odun çekti önüne, ayaklarının arasına aldı ve korka korka indirdi baltayı. Odun kaydı ve düştü yere. Dilenci yine onu çekti önüne, üşüyen ellerine üfleyerek ısıttı ve yine indirdi baltayı. Öyle beceriksizce vuruyordu ki, sanki ayağındaki lastiklere gelmesinden, ya da parmaklarını uçurmaktan korkuyordu. Odun yine düştü.
Skvortsov'un öfkesi geçmişti artık. Şimdi biraz üzülüyor ve utanıyordu: Şımarık, ayyaş, belki de hasta bir adamı almış gelmiş, soğuktaağır bir işle uğraşmak zorunda bırakmıştı.
"Eh, ne olacak, bırak çalışsın!” diye düşündü yemek odasından çalışma odasına
giderken. "Ben bunu onun yararı için yaptım.”
Bir saat sonra Olga geldi yanına ve odunların kırıldığını haber verdi.
Skvortsov:
- Ona şu yarım rubleyi ver; dedi. Eğer isterse her ayın başında odun kırmaya gelsin. Her zaman iş bulunur.
Dilenci ayın ilk günü yine geldi. Gerçi kendisi ayakta güçlükle duruyordu ama yine de yarım rubleyi kazandı. Bundan sonra sık sık görünmeye başladı avluda, Her gelişinde ona göre bir iş bulunuyordu: Kimi karları kürüyerek bir yana yığıveriyor, kimi odunluğu temizleyip düzenliyor, kimi halı ve minderlerin tozunu silkip temizliyordu. Her gelişinde yaptığı işin karşılığı olarak 20-40 kapik alıyordu. Bir gelişinde eski bir pantolon da kazanmıştı.
Bir başka eve taşınırken Skvortsov onu eşyaları toparlamaya ve mobilyaları taşımaya yardım etmesi için çağırdı. Bu kez içkili değildi dilenci. Asık yüzlü ve suskundu. Mobilyalara güçlükle dokunuyor, başını önüne eğerk arabaların ardından yürüyordu. Öyle, çok çalışıyor görünmek bile istemiyordu sanki,
Yalnız soğuktan büzülüyor, arabacılar onun başıboş dolaşmasıyla, güçsüzlüğüyle ve yırtık paltosuyla alay ettikleri zaman utanıp sıkılıyordu. Taşınma işi bittikten sonra Skvortsov onu yanına çağırmalarını emretti.
Ona bir ruble vererek: .
- Görüyorum ki, sözlerim seni oldukça etkilemiş, dedi. İşte emeğinin karşılığı olarak veriyorum bu parayı. Ayıksınız ve çalışmaktan da kaçınmıyorsunuz. Adınız ne sizin?
- Luşkov.
- Ben, Luşkov, size bir başka, temiz bir iş önerebilirim artık. Yazı yazmayı bilir misiniz?
- Evet efendim.
-Al, şu mektupla yarın benim bir arkadaşıma gideceksiniz. O size temize çekmeniz için yazılar verecek. Çalışın, içki içmeyin, size söylediklerimi de unutmayın sakın. Haydi güle
güle!
Adamı doğru yola getirdiğinden dolayı çok sevinçliydi Skvortsov. Tatlı tatlı, dostça omzuna vurdu, hatta güle güle derken elini bile uzattı Luskov'a,.. Luşkov mektubu aldı ve çıktı. Bir
Daha da iş için gelmedi avluya.
*
Aradan iki yıl geçti.
Bir gün Skvortsov, tiyatro gişesinin önünde parasını öderken yanı başında sırtında yakası kürklü palto,başında ayı derisinden dikilmiş şapka bulunan ufak tefek bir adamın durduğunu gördü. Adam gişeden çekine çekine içeri giriş için bir bilet istedi ve parasını bakır beş kapikliklerle ödedi.
Adamın eski odun kırıcısı olduğunu tanıyan Skvortsov:
- Luşkov, siz misiniz? diye sordu. Ne var ne yok bakalım? Neler yapıyorsunuz? İyi misiniz?
- Hiç işte... Şimdi bir noterin yanında çalışıyorum, otuz beş ruble alıyorum efendim.
-Yaaa, Allaha şükür, çok güzel! Sizin adınıza sevindim. Çok, çok memnun oldum Luşkov! Ne de olsa vaftiz çocuğum sayılırsınız benim. Size doğru yolu gösteren ben oldum. Nasıl azarlamıştım sizi, anımsıyor musunuz? Karşımda o zaman yerin dibine geçmiştiniz. Benim sözlerimi unutmadığınız için, canım, çok teşekkür ederim size.
Luşkov:
- Ben de size teşekkür ederim, dedi. Eğer o zaman size gelmemiş olsaydım, belki de bugüne değin öğretmen ya da öğrenci olarak kalacaktım. Sizin yanınızda kurtularak çıktım çukurdan.
- Çok, çok sevindim.
- O iyi sözleriniz ve işler için çok teşekkür ederim size. Çok güzel konuşmuştunuz o zaman. Size de, sizin o aşçı kadına da çok şey borçluyum. Allah o iyiliksever kadına sağlık versin. Siz o zaman çok iyi konuştunuz, kuşkusuz size sonsuz teşekkür borçluyum yaşamımın sonuna değin. Ama beni asıl kurtaran aşçınız Olga oldu.
-Nasıl yaptı bunu?
-Bakın şöyle: Size odun kırmaya geldiğim zaman o hemen başlıyordu söylenmeye: "Ah seni ayyaş! Lânetli bir adamsın sen! Öldüğün zaman da lânetli olacaksın!" Sonra karşıma oturuyor, üzülüyor, yüzüme bakıyor ve ağlıyordu. "Talihsiz bir adamsın sen! Bu dünyada da, öteki dünyada da sevinemeyeceksin. Ayyaş olduğun için cehennemde de yanacaksın! Zavallısın! Zavallının birisin sen!" Hep böyle şeyler söylüyordu bana. Benim için ne kadar acı çekti, gözyaşı döktü, bilseniz! Anlatamam size ... Ama en önemlisi benim yerime o kırıyordu odunları. ben, bayım, sizde bir tek odun, bile kırmadım, hep o kırıverdi. Niçin o beni kurtardı, niçin ona bakarak değiştim, içkiyi bıraktım, anlatamam size. Bir şey biliyorum yalnız, onun sözlerinden, yüce davranışlarından sonra ruhumda bir değişiklik oldu. O getirdi beni doğru yola. Hiçbir zaman unutmayacağım bunu. Haydi, vakit geldi, zil çalıyor.
Luşkov eğilerek selam verdi ve içeri yürüdü.
-BİTTİ-